Lois Althusser ve Devletin İdeolojik Aygıtları

Ekim 31, 2009 at 1:50 pm (akademik)

A) Hayatı:

Louis Althusser, 16 Ekim 1918’de Birmandreis’te (Cezayir) doğdu. Althusser, 1937’de Katolik gençlik hareketi Jeunesse Etudiante Chrétienne’e katıldı. Okulda parlak başarıları olan bir öğrenciydi ve Paris’te seçkin bir okul olan École Normale Supérieure (ENS)’e kabul edildi. Ancak, İkinci Dünya Savaşı öncesinde kendini askere yazılmış olarak ve Fransa’nın düşmesini takiben bir çok Fransız askeri gibi bir Alman savaş esir kampında buldu. Burada Komünizme yönelimi başladı. Savaştan sonra, 1945-1948 yılları arasında ENS’nin felsefe bölümünde öğrenciliğini sürdürerek, Gaston Bachelard’ın yönetiminde yazdığı “Hegel’in felsefesinde içerik kavramı” adlı bitirme teziyle mezuniyet diplomasını alır ve doçentlik (Agregation) sınavını verir. 1948’de ENS’de müzakareci olarak çalışmaya başlar (sonra asistan, daha sonra da doçent olacaktır). Burada eğitim verdiği 30 sene boyunca Michel Foucault, Michel, Verret, Pierre Bourdieu, Michel Serres, Jacues Derrida, Alain Badiou, Jean-Marie Villegier, Jacues Bdouveresse, Andre Comte-Sponville gibi isimlere öğretmenlik yapmıştır (Balibar, 1991: 136). 1947’de elektrokonvülsif terapi (elektro şok tedavisi) gördü. Althusser hayatının geri kalan kısmında düzenli tekrarlayan ruh hastalığından muzdarip oldu.

 

1960’lı yıllar Dünya savaşlarının geride bırakıldığı , Dünyanın komünist ve kapitalist olarak iki parçaya bölündüğü, ve giderek kapitalizmin egemenliğini hissettirmeye başladığı, komünist yönetimin ve faşizmin baskıcılığı ve totalitarizmi ile yüz yüze gelindiği yıllardı.  Ekonomik indirgemecilik yapan Marksistlerin iddia ettiği gibi ne komünizm kapitalizmin yani altyapının en çok geliştiği ülkede ortaya çıkmış, ne de üstyapıya ait olan din altyapıdaki üretim ilişkilerinin değişmesiyle bir anda ortadan kalkmıştı. Marksizm kendisine bu konuda yöneltilen eleştirilere yeterli bir cevap veremiyordu. Althusser tam da bu dönemde yapısal nedensellik, üstbelirlenim gibi kavramları ortaya sürerek bu eleştirilere cevap vermeye çalışıyor, hem de Marksizm’i ekonomik indirgemeci yorumlardan arındırmayı amaçlıyordu.

Althusser’i kuramını etkileyen iki ayrı kaynak daha vardı; Marksizm’in içinde var olan kuramsal akımlar ve Fransa’da güçlü olan kuramsal akımlar. O dönemde Marksizm içerisindeki kuramsal tartışmalarda önemli olan ve Althusser’in kuramını oluşturması üzerinde etkili olan iki isim vardı: Lukacs ve Gramsci. Bu donemde Fransız entelektüel yaşamında ise baskın olan ve birbirleriyle çatışan iki ayrı akım vardı: insan merkezli, hümanist egzistanyalizm ve Levi Strauss’un çalışmalarıyla yeni yeni gelişmeye başlayan yapısalcılık (Sezgin, 2003: 224-225). Althusser egzistanyalizmden değil de, yapısalcılıktan belli bir ölçü de etkilenmiştir. Althusser’in  insan öznenin sadece iradesiyle tarihi değiştiremeyeceğini söyleyerek hümanizme karşı geliştirdiği tavır ve kuramının belli yerlerinde yapısalcı kavramlarından yararlanması bunun işareti olarak kabul edilebilir.

Mayıs 1968 olaylarına bir çok öğrencisinin katılmasına rağmen , Althusser gelişmeleri başlangıçta sessiz kalarak seyretti. Daha sonra ise, öğrencileri solculuğun çocukluk hastalığının kurbanları olarak tanımlayan resmi FKP çizgisini takip edecektir. Bunun sonucu olarak Althusser bir çok eski taraftarının eleştirisine uğrayacaktır. Bu eleştirilere verdiği yanıtta, daha önceki çalışmalarının hatalar içerdiğini itiraf ederek bazı pozisyonlarını düzeltmiş ve daha sonraki çalışmalarında belirgin bir değişim vurgusu gözlemlenmiştir.

16 Kasım 1980’de eşini boğarak öldürdü. Althusser olay anıyla ilgili bir şey hatırlamadığını iddia etmiştir. Eşi öldüğü sırada eşiyle yalnız olduğu için bu konuda bir sonuca varmak zordur. Althusser’de “sorumluluk eksikliği rahatsızlığı” teşhis edilmiş ve dava edilmemiş bunun yerine Sainte-Anne Psikiyatri Hastanesi’ne yatırılmıştır. Althusser 1983 yılına kadar hastanede kaldı. 23 Ekim 1990’da 72 yaşında kalp krizinden öldü.

Yayımlanan Eserleri[1]

  • Montesqieu, politika ve tarih (Montesquieu, la politique et l’histoire), PUF, 1959.
  • Marx İçin (Pour Marx), Maspero, « Kuram » dizisi, 1965.
  • Kapital’i okumak (Lire Le Capital), (Etienne Balibar, Roger Establet, Pierre Macherey ve Jacques Rancière’le birlikte), Maspero « Kuram » dizisi, 2 cilt, 1965.
  • Lenin ve Felsefe (Lénine et la philosophie), Maspero « Kuram » dizisi, 1969.
  • John Lewis’e cevap (Réponse à John Lewis), Maspero « Kuram » dizisi, 1973.
  • Felsefe ve bilim adamlarının kendiliğinden felsefesi, Philosophie et philosophie spontanée des savants (1967), Maspero « Kuram » dizisi, 1974.
  • Özeleştirinin temelleri (Éléments d’autocritique), Hachette « Analiz » dizisi, 1974.
  • Konumlar (Positions), Éditions Sociales, 1976.
  • XXII. Kongre (XXII’e Congrès), Maspero « Kuram » dizisi, 1977.
  • Komünist Parti’de daha fazla süremeyecek olan (Ce qui ne peut plus durer dans le parti communiste), Maspero « Kuram dizisi », 1978.
  • Gelecek uzun sürer (L’avenir dure longtemps), Stock / IMEC, 1992.
  • Tutsaklık Güncesi (Journal de captivité, Stalag #4 1940-1945), Stock / IMEC, 1992.
  • Psikanaliz üzerine yazılar. Freud ve Lacan (Écrits sur la psychanalyse. Freud et Lacan), Stock / IMEC, 1993.
  • Felsefe üzerine (Sur la philosophie), Gallimard « Sonsuz » dizisi, 1994.
  • Felsefe ve marksizm: Fernanda Navarro’yla söyleşiler (Philosophie et marxisme : entretiens avec Fernanda Navarro (1984-1987)
  • Felsefenin dönüşümü: Grenada Konferansı (La Transformation de la philosophie : conférence de Grenade) (1976).
  • Felsefi ve politik yazılar 1 (Écrits philosophiques et politiques 1), derleyen: François Matheron, Stock / IMEC, 1994.
  • İyi duygular enternasyonali (L’internationale des bons sentiments) (1946)
  • Hegel’e dönüş (Le retour à Hegel) (1950)
  • Evlilik müstehcenliği hakkında (Sur l’obscénité conjugale) (1951)
  • Sınırları içinde Marx (Marx dans ses limites) (1978)
  • Yeniden üretim üzerine (Sur la reproduction), PUF, « Güncel Marx Tartışmaları» dizisi, 1995.
  • Felsefi ve politik yazılar 2 (Écrits philosophiques et politiques 2), derleyen: François Matheron, Stock / Imec, 1997.
  • Machiavelli ve biz (Machiavel et nous) (1972-1986)
  • Feurbach üzerine (Sur Feuerbach) (1967)
  • Lévi Strauss üzerine (Sur Lévi Strauss) (1966)
  • Brecht ve Marx üzerine (Sur Brecht et Marx) (1968)
  • Cremonini, soyutun ressamı, (Cremoni, peintre de l’abstrait) (1977)
  • Lam (1977)

Machiavelli’nin yalnızlığı (Solitude de Machiavel), Yves Sintomer’nin sunuşuyla, PUF « Güncel Marx Tartışmaları» dizisi, 1998.

B)    Althusser’in Temel Kavramları

 

Althusser’in kuramsal çabası, Gramsci’ninkine benzerlik göstermektedir. O da, gelişmiş bir kapitalist sistem içinde ideoloji ile iktidar arasındaki bağlantıyı ortaya koymaya çalışmıştır. Althusser’in egemen ideoloji  yaklaşımının temelinde yatan amaç, açık bir zora dayanmayan yönetme süreçlerinin  bilgisini ortaya çıkarmaktır. Bu bağlamda Althusser ideolojiye, toplumsal bütünlüğü (formasyonu) yeniden üreten önemli bir işlev yüklemektedir. Sistemin yeniden üretilmesinin temeli siyasal ve ekonomik iktidarın ideolojik bir ikna sürecine dayanarak varolabilmesinde yatar (Üşür, 1997: 41).

Althusser, Marks’ın yaşantısında epistemolojik bir kopuş geçirdiğini savunur. Althusser’e göre Marks’ın erken dönem yazıları hümanistik ve öznelciydi ve hala Hegelci idealizme bulaşıktı. Buna karşılık sonraki çalışmalarında, örneğin Kapital’de Marks nesnel ve bilimsel bir yaklaşımı destekler. Althusser, sonraki daha materyalist görüşün üstün olduğuna inanır (Smith, 2001: 78-79). Althusser Marks’ın epistemolojik kopuşu ile ilgili önemli birkaç noktaya değinir. Kendi ifadesiyle (Althusser, 2002: 43, 44):

 

“Marks’ın eserinde açık seçik bir epistemolojik kopuş, bizi Marks’ın gösterdiği noktada, eski felsefi (ideolojik) bilincini eleştirdiği ve sağlığında yayımlanmamış eserde görülür: Alman İdeolojisi.(………….). Bu epistemolojik kopuş, birbirinden ayrı ve teorik iki disiplini birlikte içerir. Marks, tarih teorisini (tarihsel materyalizm) kurarken, aynı anda, önceki ideolojik felsefi bilincinden koptu ve yeni bir felsefe (diyalektik materyalizm) kurdu.(…….) Bu epistemolojik kopuş, Marks’ın düşüncesini iki büyük temel döneme ayırır:  1845 kopuşundan önceki, hala “ideolojik” dönem ve 1845 kopuşundan sonraki bilimsel dönem. Bu ikinci dönem de iki evreye ayrılabilir: Marks’ın teorik olgunlaşma evresi ve teorik olgunluk evresi”.

 

Althusser, Marks’ın doktora tezinden 1844 El Yazmaları’na ve Kutsal Aile’ye tüm metinlerini Marks’ın Gençlik Eserleri olarak adlandırmıştır. Feuerbach Üzerine Tezler ve Alman İdeolojisi eserlerini “kopuş eserler”i olarak; 1845-1857 dönemi eserlerini de “olgunlaşma eserler”i olarak isimlendirmiştir. Son olarak 1857’den sonraki tüm eserleri “olgunluk eserler”idir (Althusser, 2002: 44, 45).

Althusser’in Marksist kurama sağladığı önemli katkılardan biri yeniden üretim meselesini hem altyapı-üstyapı birliğinin içinde kalarak, hem de ekonomizmi savunduğu gibi üstyapının altyapının yansıması olduğu fikrine reddederek açıklamasıdır. Klasik Marksist anlayışta, özellikle tarihsel materyalizm kuramında, temel belirleyen ekonomidir. Engels’in kendi ifadesiyle (akt. Çoban, 1006: 100):

 

“Tarihimizi kendimiz yaparız ama başta, çok belirli önceller (antecedent) ve koşullar altında. Bunlar arasında en sonunda belirleyici olan,  ekonomik olanlardır. Ama politik olanlar v.b. ve insanların uslarından çıkmayan gelenekler bile, belirleyici olmasalar da rol oynarlar”.

 

Althusser’e göre “toplumsal formasyon üç pratikten oluşur: ekonomi, politika ve ideoloji…..Tümünün kendi özgünlüğü ve etkililiği vardır. Bu kavramlaştırma temel/üst yapı ilişkisinde bir kırılmayı temsil eder” (akt. Çoban, 2006: 100). Althusser, böylece ekonomiyi tek belirleyen olmaktan çıkarır ve üst yapıya görece bir özerklik tanımış olur.

Althusser ekonomik indirgemeciliğe karşı, psikanalizden ödünç almış olduğu, “üstbelirlenim” kavramını kullanır. Üstbelirlenim, herhangi bir tarihsel dönemde, toplumsal formasyonu oluşturan farklı düzeylerin, bu düzeylerde yer alan çelişkilerin hem parçası oldukları yapıdan etkilenmelerini, hem de bu yapıyı etkilemelerini anlatır.

“Bir toplumsal formasyonda herhangi verili bir tarihsel an (moment) aynı zamanda farklı toplumsal çelişkiler arasındaki uzlaşım olarak temsil edildiği gibi, ekonomik, ideolojik, politik pratikler tarafından üstbelirlenir” (akt. Çoban, 2006: 101-2). Althusser Mao’nun kuramlarından da faydalanarak toplumsal yaşam içerisindeki çelişkilerin çözümlenmesi sürecini yeniden kuramsallaştırır:

 

“Çelişki, içinde işlediği tüm toplumsal bedenin yapısının ayrılmaz bir parçasıdır. Onun biçimsel varoluş koşuları’nın ve hatta yönettiği merciler’in ayrılmaz parçasıdır, dolayısıyla kendisi de, özünde, onlardan etkilenir, tek ve aynı hareket içinde hem belirleyici hem belirlenendir ve harekete geçirdiği oluşumun çeşitli düzeyler’inde ve çeşitli merciler’inden belirlenir: bu çelişkinin kendi ilkesi içerisinde üstbelirlendiğini söyleyebiliriz. Belirleyen ve belirlenen birbiriyle olan ilişkileri, karşılılıkları, toplumsal çelişkilerin çok yönlülüğü ve çok katmanlılığını göstermeye çalışır, çünkü “toplum birbiriyle üstbelirleme ilişkilerinde olan çok katlı çelişkilerden meydana gelmiştir” ” (akt. Çoban, 2006: 102).

 

Çelişkinin eşitsiz gelişimi ise herhangi bir toplumsal formasyonda varolan çelişkilerin belirleyiciliğinin birbirleriyle aynı olmadığı anlamına gelir. İçlerinden herhangi bir çelişki başat konuma geçebilir. Toplumsal formasyonun diğer bütün unsurlarını tümüyle belirleyen bir merkezi yoktur, fakat gene de toplumsal formasyonda başat olan bir unsur vardır.

C)    Üretim Koşullarının Yeniden Üretimi Üzerine

Althusser’e göre üretimin vazgeçilmez koşulu, üretim koşullarının yeniden üretilmesidir. Her toplumsal formasyon bir egemen üretim tarzından kaynaklanır. Üretim süreci , belirli üretim ilişkilerinin egemenliği altında ve bu üretim ilişkilerinin içinde var olan belirli üretici güçleri harekete geçirir. Althusser, buradan,  her toplumsal formasyonun var olabilmek için bir yandan üretirken ve de üretebilmek için, aynı anda üretim koşullarını da yine üretmesi gerektiği sonucunu çıkarır. Yani üretim güçlerini ve var olan üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi gerekmektedir (Althusser, 2006: 46). Althusser üretim güçlerini (Althusser, 2005: 51):  Çalışma nesnesi + üretim araçları +  emek gücü olarak formülleştirmiştir. Tarihin gerçek öznesi olan üretim ilişkileri, eylemlerinin çerçevesini oluşturacak biçimde insanların rollerini ve konumlarını belirler. Bu bağlamda insan, üretim sürecinin yapıcı öğesi değil, desteği veya taşıyıcısıdır (Çelik, 1999:124).

Aynı şekilde üretim araçlarının yeniden-üretimi de bir işletmenin hayatını devam ettirebilmesi için zorunludur. Üretim araçlarının yeniden-üretimi öteki işletmelerin de hayatta kalması için zorunlu koşullardan biridir. Burada akıllara Wallerstein’ın “artı değerin ara piyasalar tarafından paylaşılması” tezi gelebilir. Althusser de üretim araçlarının yeniden üretilmesinin diğer piyasa kollarına kar sağladığını ve böylece ayakta kaldığını belirtmektedir. Bir diğer önemli kavram emek gücünün yeniden üretilmesidir. Emek gücünün yeniden üretimi, emek gücüne kendini yeniden- üretmesinin maddi aracı, yani ücret vererek sağlanır. Bunu, ücretli işçinin emek-gücünün yeniden üretilmesi için vazgeçilmez (barınması, giyinmesi ve yemesi…..) olan her şey dahildir. Ayrıca, proleterin kendini emek gücü olarak bedenlerinde yeniden-ürettiği çocukların eğitimi ve yetişmesi için vazgeçilmez olan her şey dahildir. Emek gücü yeniden-üretimi için gerekli ücretin yalnızca “biyolojik bir asgari ücret”in gerekleriyle değil, tarihsel, yani tarihsel olarak değişken bir asgari değerin gereklerine göre (ki Marks buna dikkat çekmişti: Fransız proleterine şarap, İngiliz proleterine bira gerekir) belirlenir (Althusser, 2006: 49-50). Althusser bu noktada şu soruyu sorar: Emek gücünün bu (zengin bir çeşitlilik gösteren) niteliklerinin yeniden üretimi kapitalist düzende nasıl sağlanır? “Emek gücünün yeniden-üretiminin yalnızca niteliğinin yeniden üretimi değil, kurulu düzenin kurallarına boyun eğmesinin de yeniden- üretimini, yani egemen ideolojinin işçiler için yeniden üretiminin ve sömürü ve baskı görevlileri için yönetici sınıfın egemenliğini “söz ile” sağlasınlar diye egemen ideolojiyi düzgün kullanma yeteneğinin yeniden üretimini de gerektirir” (Althusser, 2006: 51-2). Bu yeniden üretim de Devletin İdeolojik Aygıtları aracılığıyla gerçekleşir  Emek gücünün yeniden-üretimi “ideolojinin” pratiğinin yeniden-üretimini ortaya çıkarıyor.

Devletin ideolojik aygıtları kavramına geçilmeden önce tanımlanması gerek  bir kavram daha vardır: emek süreci. Althusser emek sürecini (Althusser, 2005: 46-7):

 

Bir çalışma nesnesiyle (işlenmemiş madde, hammadde, evcil hayvanlar, toprak, v.s.) çalışan, bu amaçla çalışa araçlarını (çok az gelişmiş aletler, daha sonra makineler, v.s.) kullanarak çalışma nesnesini bir yanıyla doğrudan insani ihtiyaçları tatmin etmeye özgü ürünlere (besin, giysi, konut, v.s.) ve diğer yandan emek sürecinin sonradan devamını sağlamaya yönelik çalışma aygıtlarına “dönüştüren” emek süreci eyleyicilerinin sistematik olarak kurala bağladığı, gerçekleştirdiği bir dizi işlemdir”

 

D)    Devletin İdeolojik Aygıtları ve İdeoloji

 

Daha öncede belirtildiği üzere Althusser altyapı-üstyapı sorunsalına birinin diğerine tahakkümü olarak yaklaşmaktan uzak durmaktadır. “Ekonomik, politik ve ideolojik süreçler farklı toplumsallık düzeyler olarak birbirine indirgenemezler ve karşılıklı etkileşim içindeki bir özerklik ilişkisine sahiptirler. Ekonomik olgular, kendilerini, olduğu gibi politik ve ideolojik düzeylerde yansıtamazlar ve temsil edemezler; bu temsil ilişkisi dolayımlı, sembolik ve çoğu zaman farklılaşmış bir hali gelebilir. Bu nedenle, kapitalist bir toplumsal sistemde temel yapısal özelliklerin (üretim güçlerinin ve ilişkilerinin kendisini yeniden-üretebilmesi, çoğu zaman ideolojik ve politik süreçlerin bir tarzda kurup öznelere onaylatmasına bağlıdır” (Üşür, 1997: 42).

Althusser’e göre ideoloji, bireylerin beynindeki manevi bir var oluş biçimidir. İdeoloji toplumsal bütünlüğün çeşitli düzeyleri arasındaki işleyişin bireysel bilinçler üzerinde oluşturduğu şekillendirmedir. Yani ideoloji bireylere dışsal ve nesneseldir; özne tarafından üretilmeyen; ancak özneyi üretendir (Üşür, 1997: 43).

Althusser ideolojinin içinde yer aldığı aygıtları, Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA’lar) olarak alır ve bunları açıklamak için öncelikle Devlet aygıtı ile Devlet iktidarı arasında bir ayrıma gider. Devlet aygıtını ise Devletin  İdeolojik Aygıtları ve Devletin Baskı Aygıtları (DBA’lar) olarak ayırır. Devletin ideolojik aygıtlarının neler olduğu ve Althusser’in onları nasıl tanımladığına geçemeden önce Althusser’in yol göstericisi Marks’ın “devlet” kavramından ne anladığına bakmakta fayda olacaktır. Marksist gelenekte devlet, “yönetici sınıfların (19. yüzyılda burjuva ve büyük toprak sahipleri “sınıfı”) artı-değeri sızdırma sürecine (yani kapitalist sömürüye) boyun eğmesi için, işçi sınıfı üzerindeki egemenliklerini güven altına almalarını sağlayan bir baskı “makines”dir. Öyleyse, devlet her şeyden önce Marksist klasiklerin “devlet aygıtı” adını verdikleri şeydir” (Althusser, 2006: 60, 61).

Althusser, Marksist  devlet kuramına devletin ideolojik aygıtları (DİA) ve devletin baskı aygıtları (DBA) kavramlarını ekliyor. Altuhsser’e göre Gramsci bu ayrımı sezmiş, ancak kısmi belirtmeler olarak kalan bu sezgilerini sistemleştirememiştir. DİA’lar hem kamusal hem de özel alan içerisinde yer alan farklı aygıtları içerir; Dini DİA, Öğretimsel DİA, Hukuki DİA, Siyasal DİA, Sendikal DİA, Haberleşme DİA’ sı ve Kültürel DİA. DİA’ların görünüşteki dağınıklarının aksine DBA’ları kamu alanında işlerler ve Hükümet, Yönetim, Ordu, Polis, Mahkemeler ve Hapishaneler gibi aygıtları kapsarlar (Althusser, 2006: 63). Althusser, her iki yapının da baskı uygulayarak işlediğine vurgu yapar. Ancak DİA’lar ile DBA’ların aynı şeyler olduğu yanılgısına düşmemek gerekir. O halde birbirlerinden hangi noktalarda ayrılırlar? DBA öncelikle baskıya ağırlık vererek işlerler; ancak ikincil olarak ideolojiyi kullanırlar. DİA’lar da tam tersine öncelikle ideolojiye ağırlık vererek işlerler ancak ikincil durumlarda baskı kullanarak işlerler. Bütünüyle baskıya ya da ideolojiye dayanan bir aygıt yoktur (Althusser, 2006: 65). Bu yüzden bu iki aygıt arasında açık ya da örtük ilişkiler söz konusudur.

Başka bir ayrım ise, DBA’lar tümüyle kamuda bulunması, ancak DİA’ların büyük bir bölümü özel alanda bulunmalarıdır. Burada dikkat çeken bir nokta DİA’ların çoğunun özel alanda yer alıyor gibi görünmesine rağmen nasıl oluyor da devletin aygıtı olarak görüldüğüdür. Althusser kafa karıştırıcı bu noktayı kamu ve özel ayrımının burjuva ideolojisine ait bir ayrım olduğunu belirterek ve önemli olanın bu kurumların nerde yer aldıkları değil, nasıl işledikleridir diyerek aşmaya çalışır (Althusser, 2006: 64). DİA’lar, ideolojiye öncelik vererek işlediklerine göre egemen ideolojinin altında daima bir birliğe sahiptirler. Egemen sınıf devlet iktidarını, dolayısıyla DBA’yı da, elinde bulundurduğuna göre, DİA’larda da etkin oldukları söylenebilir. Tabii belirtmek gerekir ki, hiçbir sınıf Devletin İdeolojik Aygıtları içinde ve üstünde kendi hegemonyasını uygulamadan devlet iktidarını kalıcı olarak elinde bulunduramaz.  Egemen iktidar DBA’da yaptıkları gibi DİA’larda tam bir hakimiyet kuramazlar. dışında bir sebep oraya atar. Althusser, bunun sebebi olarak, eski egemen sınıfların DİA’larda uzun zaman boyunca sağlam konumlara sahip olmalarının dışında, sömürülen sınıfların direnişinin, DİA’larda, ister var olan çelişkileri kullanarak, ister mücadele ile savaş mevzileri kazanarak sesini duyurma yolu ve fırsatını bulabilmelerinden kaynaklandığını düşünmektedir (Althusser, 2006: 67-8).

Devletin ideolojik ve baskı aygıtları üretim ilişkilerin yeniden üretimini sağlamaktadırlar. Üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinde DİA’lar ile DBA arsıda bir işbölümü söz konusudur (Althusser, 2006: 70-1):

 

“Devlet (Baskı) Aygıtının rolü, son kertede sömürü ilişkileri olan üretim ilişkilerinin yeniden üretiminin siyasal koşullarını, baskı aygıtı olarak, özünde zor (fiziksel ya da değil) kullanarak sağlamaktan ibarettir. Devlet aygıtı büyük ölçüde kendi yeniden üretimine katkıda bulunmakla kalmaz, aynı zamanda ve de özellikle, baskı yoluyla Devletin İdeolojik Aygıtlarının işleyişinin siyasal koşullarını sağlar. Devletin baskı aygıtının “kalkanı” ardında üretim ilişkilerinin yeniden- üretimini de büyük ölçüde sağlayanlar Devletin İdeolojik Aygıtlarıdır. Egemen ideolojinin, yani devlet iktidarını elinde tutan egemen sınıfın ideolojisinin rolü de ağırlıklı olarak burada gerçekleşir. Bir yandan Devletin (Baskı) Aygıtı ve Devletin İdeolojik Aygıtları, öte yandan da ayrı ayrı DİA’lar arasındaki (zaman zaman gıcırdayan) “uyum” egemen ideolojinin aracılığıyla sağlanır”.

 

Her dönemde devletin ideolojik aygıtlarından birinin ya da bir kaçının ağırlığı söz konusu olabilir.  Reform hareketinin  yarattığı ilk sarsıntıdan itibaren, 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar yaşanan tüm ideolojik mücadeleler dinsel DİA’nın egemen konumuna bağlı bir olgudur. Althuser,  olgun kapitalist formasyonlarda esti egemen DİA’sına karşı verilen şiddetli bir siyasal ve ideolojik mücadelesi sonunda egemen kılınan DİA’nın  öğrenimsel ideolojik aygıt olduğu düşüncesindedir (Althusser, 2006: 74). Peki öğrenimsel aygıt, neden kapitalist formasyonlarda egemen DİA’dır ve nasıl işler? Çocukların çoğu (özellikle Avrupa’da) etkiye en açık oldukları dönemde ana okuluna gönderilirler. Aile DİA’sı ve Öğrenimsel DİA içine sıkıştığı yıllar boyunca çocuk, egemen ideolojiyle kaplanmış “beceriler”i içselleştirir. Türkiye’de ilköğretimden sonra, Avrupa’da onaltı yaşından sonra gençler, ya üretimin içine düşerler (işçi veya köylü çocukları) ya da öğrenimlerine devam ederek beyaz yakalı işçileri, devlet memurlarını, küçük burjuva tabakalarını meydana getirirler. Ufak bir kısmı zirveye ulaşarak, ya aydınlara özgü yarı-işsizliğe düşerler, ya sömürü görevlileri (kapitalistler, yöneticiler) ya baskı görevlileri (asker, polis, siyaset adamları, idareci) ya da profesyonel ideologlar (çoğu inanmış “laik” kişiler olan her türlü papaz) olup çıkarlar (Althusser, 2006: 77). Genel anlamıyla DİA’lar aracılığıyla bireyler yerine getirmesi gereken rolü (sömüren olma rolü, sömürülen olma rolü) öğrenmektedirler. Öğretilmek istenen tüm “erdemler” ailede, filmlerde, kitaplarda verilebilir, ama bunların hiçbirisi yıl boyunca haftanın 5 günü sekizer saatten verilen öğrenimsel DİA’lar kadar etkili olamazlar. Geçmişte dinsel DİA’nın yerine bugün okullar üzerine almıştır. Eskiden Avrupa’da yoğun olarak görülen Kilise- Aile DİA’sının yerini Aile- Okul DİA’ sı almıştır.

Althusser’in ideoloji kuramı yapısalcı olarak anılmaktadır, çünkü Althusser’in ideoloji yaklaşımının temelinde ideolojinin özneye dışsal koşullar tarafından belirlendiği ve toplumsal yapının bir tür zorunlu gelişim uğrağı olarak var olduğu düşüncesi yatar. İdeoloji, yapının özne üzerindeki bir etkisidir; özneye dışsaldır, çoğu zaman bilinç-dışı olarak yaşanır ve öznelere egemen değerleri benimseterek onları sistemle uyumlu hale getirir (Üşür, 1997: 43). Althusser, ideolojinin artık toplumsal bütünlüğü bir arada tutan harç konumundan çıktığını ve kendisinin de yapı tarafından belirlendiğini ortaya atmıştır (akt. Üşür, 1997: 43).

Bilim ve ideoloji sorunsalında Althusser Gramsci’den 180 derece farklı bir konumda durmaktadır. Ona göre bilimsel sorunsal bütün ideolojik kalıntılardan arınmış olmalıdır. İdeolojinin temel yapısı kapalıdır. Döngüseldir, kendi sağlamasını kendisi yapar. Bunu aksine bilimin yapısının özelliği açıklığıdır. Açıklık, yeni bilim nesnelerinin ve yeni bir soru ufkunun ortaya çıkabilme olasılığını gösterir. Bilimsel soruşturma, nesnel rasyonel bir platformda gerçekleştirilmelidir (Çelik, 1999:122).Althusser’in bilim görüşü, bilimi, bilgi üretmenin, yapıldığı toplumsal bir pratik olarak, dolayısıyla söz konusu üretimin gerçekleştirildiği toplumların tarihinin bir parçası olarak kabul etmeyi hedeflemektedir (Marshall: 2005: 18).

Althusser’e göre (Althusser, 2006: 81) ideolojilere ilişkin bir kuram  toplumsal formasyonların tarihine, yani toplumsal formasyonların bir araya gelmiş üretim biçimlerinin ve bu toplumsal formasyonlar içinde gelişen sınıf mücadelelerinin tarihine dayanmaktadır. İdeolojilere ilişkin genel bir kuram yoktur. Althusser ideolojileri katıksız  yanılsama, düş yani hiçlik olarak görür. Althusser, Marks’ın Alman İdeolojisi’nde ortaya, “ideolojinin tarihi yoktur” tezini desteklemektedir. Althusser, Freud’un “bilinçdışı öncesiz ve sonrasızdır” tezini ideolojiye uygulamıştır.

 

“Öncesiz ve sonrasız demek, her tür (zamansal) karşısında aşkın değil de, hasır ve nazır, yani tarihin tüm yayılımında biçimi değişmez demekse ben de Freud’un sözünü harfi harfine devralıp, tıpkı bilinçdışı gibi, ideoloji de öncesiz ve sonrasızdır, diyeceğim” (Althusser, 2006: 84).

 

“İdeoloji bir temsil sistemidir: Ama bu temsiller, çoğu zaman bilinç ile alakasızdır: Bunlar çoğu zaman imgelerdir, kimi zaman kavramlardır ama öncelikle insanların büyük çoğunluğuna onların “bilincinden” geçmeden kendilerini yapılar olarak dayatır” (Althusser, 2002: 282). İdeoloji bilinç ile alakalı değildir, insanların bilinç altını dönüştürerek işler. Ayrıca kendisinin bilgisi ile ortadan kalkmaz. Çünkü bir ideolojinin bilgisi “verili bir toplumun bağrında, onun olasılık koşullarının yapısının, özgül mantığının ve pratik rolünün bilgisi olarak, aynı zamanda, onun gerekliliğinin koşullarının da bilgisidir (Althusser, 2002: 280).

Althusser, ideolojiyi maddi bir varoluş olarak görür. Dolayısıyla herhangi bir bireyin  inançlarını oluşturan düşünceler maddi anlamda da vardır. Şöyle ki “bu düşünceler , kendileri de bu öznenin düşüncelerinden kaynaklanan maddi ideolojik aygıt tarafından tanımlanan maddi kurallarca belirlenen maddi pratiklerde yer alan maddi edimlerdir” (Althusser, 2006: 94).  Buradan da iki önemli tez ortaya çıkmaktadır:

 

  • Nasıl olursa olsun, her pratik ancak bir ideoloji yolu ve bir ideoloji çerçevesinde var olabilirler;
  • Her ideoloji ancak bir özne aracılığı ile ve özneler için var olabilirler.

 

İdeoloji somut özneler için vardır. İdeoloji somut bireyleri özne haline getirirken, kendi varoluşunu da özne kategorisince sağlar. Bu yüzden “ideoloji özneler aracılığıyla ve özneler için vardır” (Althusser, 2006: 96). Althusser ideolojinin iki önemli işlevinden söz eder: kabul etme/tanıma ve kabul etmeme/ tanımama. İdeoloji açısından kabul etme/tanımaya bir örnek gündelik yaşantıdan verilebilir. Sokakta tanıdığımız birini gördüğümüzde “Merhaba” der ve samimiyetimizin durumuna göre tokalaşır ya da öpüşürüz (gündelik yaşam içinde ideoloji açısından kabul etmenin maddi pratiği). Yani karşımızdaki kişiyi tanıdığımızı kabul ettiğimizi (ve de bizi tanıdığını kabul ettiğini anladığımızı, yani kabul ettiğimizi) bildiririz (Althusser, 2006: 98). Bu ideolojik kabul etme kuralları aracılığıyla, bizim somut, bireysel, başkasıyla karşılaştırılamaz ve yeri doldurulamaz özneler olmamız güvence altına alınır. Maddi aygıtlar içerisinde yer alan maddi pratikler ve ritüeller vasıtasıyla ideoloji bireyleri öznelere dönüştürür. Bir anlamda ideoloji özneler üzerinden yeniden üretilir. Toparlamak gerekirse:

 

“ İdeoloji bireylere özne olarak sesleniyor. İdeoloji öncesiz ve sonrasız olduğuna göre, ideolojinin işleyişini tasarımlarken benimsediğimiz zamansallık biçimini artık terk etmeli şöyle demeliyiz: ideoloji zaten hep özne olarak seslendi bireylere,(…..) bu da bizi kaçınılmazcasına son bir önermeye götürür: bireyler zaten hep öznedirler” (Althusser, 2006: 102).

 

Althusser çağrılma sürecinin nasıl işlediğini anlatmak için çifte yansımalı ayna ilişkisini kullanır. burada özne(ler) ile (Mutlak) Özne’yi birbirinden ayrılır. Özne çoğul olmasına ve farklı bireyleri kapsayabilmesine rağmen, ideolojinin Özne’si (Mutlak Özne) birdir. Bu ayna ilişkisi içersinde Özne, bireyleri özneler olarak çağırır. Bireylerin Özne’yi tanımasıyla yani çağrılarına cevap vermesiyle, bireyler öznelere dönüşür ve aynı zamanda ideolojinin -Mutlak Özne’nin- tabiiyeti altına girerler. Yani “Özne ile özne ve Özne’nin tabiyetinde olan özne” haline gelirler (Althusser, 2006: 106-7). Bu ideolojik sistem süreklidir ve böylece ideoloji toplumsal formasyonun yarın da bugünkü gibi olmasının en önemli güvencesi haline gelir. Althusser bu süreci şöyle açıklar ;

 

“İdeolojinin çifte ayna nitelikli yapısı şunları sağlar (Althusser, 2006: 107).:

  1. Bireylere özne olarak seslenilmesi;
  2. Özne’ye tabi olmaları;
  3. Özne ile öznelerin, öznelerin kendi aralarında ve öznenin kendi kendisini tanıması;
  4. Her şeyin yerli yerinde olduğuna ve öznelerin ne olduklarını tanıyıp kabil etmeleri ve buna uygun biçimde davranmaları koşuluyla her şeyin yolunda gideceği konusunda mutlak güvence: “Amin” “.

 

Bu ilişki içerisinde birey kendini eylemlerinin faili ve inisiyatif merkezi anlamında özne olarak tanır. Özne ideoloji yüzünden hareket ederken, eylemlerinin kendinden kaynaklandığını düşünür ve kendini özne olarak tanır. Tam da bu yüzden ideolojide varolan tanıma bir yanlış tanımadır, fakat burada yanlış tanınan gerçeklik değil bireyin kendisini yanlış tanımasıdır. Bu anlamda Althusser’in özne anlayışı, Freud’un Özne anlayışından etkilenmiştir. Freud’dan önce özne hareketlerinin bilincinde olan, kendi iradesiyle hareket eden bir özneydi. Fakat Freudcu psikanaliz sayesinde bilinçdışının keşfiyle öznenin sadece bilince yerleştirilmesi olanaksız hale gelmiştir (Çelik, 1999:119). Freud’a göre birey kendi eylemlerinin altında yatan gerçek motivasyonları bilemeyebilir. Aynı şekilde Althusser’in öznesi de onu böyle davranmaya iten nedenleri bilemez. Özne maddi aygıtların pratikleri içerisinde ideoloji sayesinde hareket eder, fakat bunun farkına varmaz.

Althusser’in ideoloji tanımının genel özelliklerini özetlemek gerekirse (Üşür, 1997: 47):

  • İdeoloji, toplumsal yaşamın organik bir parçasıdır; toplumsalın kaçınılmaz varoluş tarzlarından biridir,
  • İdeoloji, insanların gerçek ilişkilerle kendi varoluşları arasında yaşadıkları bir ilişkidir. İdeolojinin yaşanan bir ilişki olması onun sürekli akış ve oluşum içindeki bir pratik olmasına işaret eder,
  • İdeoloji, gerçekliğin kendi kendine bir yansıması değil, bireyin bu ilişkiyi tahayyül tarzıdır,
  • İdeolojinin gerçeklikle bunun tahayyülünün karmaşık temsili olması, onunu sadece bilinç düzeyindeki tasarımları değil, aynı samanda imgeleri, mitleri, fikirleri, kavramları, bilinçdışı tasarımları ve öznenin alımlayışına bağlı olarak kurması anlamına gelir.

 

 

 

 

Kaynakça

 

1.ALTHUSSER, L, “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları”, (Çev:Alp TÜMERTEKİN), İthaki Yayınları, İstanbul, 2006

2. ALTHUSSER, L, “Yeniden Üretim Üzerine”, (Çev: Işık ERGÜDEN), İthaki Yayınları, İstanbul, 2005.

3.ALTHUSSER, L, “Marx İçin”, (Çev: Işık ERGÜDEN), İthaki Yayınları, İstanbul, 2002.

4.ÇELİK, N, “İdeoloji Kuramlarında Özne: Althusser ve Gramsci”, Kültür ve İletişim Dergisi, 1999- 2/2, Ankara.

5.SMITH, P, “Kültürel Kuram”, (Çev: Selime GÜZELSARI, İbrahim GÜNDOĞDU), Babil Yayınları, İstanbul, 2005.

6.BATUŞ, G, ALVER, F, ARIK, B, ÇOBAN, B, ÇIĞ, Ü, “Kadife Karanlık II Ayna Şövalyeleri”, Su Yayınları, İstanbul, 2006.

7.MARSHAL, G, “Sosyoloji Sözlüğü”, (Çev: Osman AKINHAY, Derya KÖMÜRCÜ), Bilim  ve Sanat Yayınları, Ankara, 2005.

8.SEZGİN, Ö, “68 Hareketi: Paris İzlenimleri, Marksizm ve… içinde, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2003.

9.ÜŞÜR, S, “İdeolojinin Serüveni”, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1997

10.  http://tr.wikipedia.org/wiki/Althusser (10.05.2007).

.

 


[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Althusser (10.05.2007).

Yorum bırakın